1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (Rumi-1293 tarihinde olduğundan "93-Harbi" diye anılır) yenilgi ile sonuçlandı. Gazi Osman Paşa’nın kahramanlıkları, "Tuna Nehri akmam diyor" diye başlayan marşlar sonucu değiştirmiyordu. Balkanlar’daki Osmanlı hakimiyeti sona ermekteydi.
19. Yüzyıl Avrupa’da ırk esasına dayalı çok sayıda devletin kurulduğu bir dönem olmuştu. Osmanlı’nın dört-beş yüzyıl yönettiği topraklarda artık pekçok devlet vardı. "93-Harbi"nin sonucu Bulgarlar’ı da umutlandırmıştı. Slav ırkının en güçlü temsilcisi Rusya, ırkdaşı Bulgarlar’a büyük cesaret veriyordu. Bu nedenlerle yüzyıllardır birlikte yaşadıkları Türk komşularına karşı tutumlarını değiştirdiler.
Onların ataları da Orta-Asya’dan Anadolu’ya yerleşmişlerdi. Göç eden bu Türk boylarına "yörük" denirdi. Tuna boylarına doğru gelen atalarımız da Orta-Asya kökenliydi yani yörüktüler. Din, dil, ırk ve kültür değerlerini yüzyıllarca aynen yaşattılar. Ancak bulundukları yerlerde sayıca azınlık durumundaydılar.
"93-Harbi" üzerinden onbeş yıl kadar zaman geçmişti. Bulgarlar’ın baskısı giderek artıyordu. Bunun üzerine "bunlar bizim çocuklarımızı buralarda barıtmazlar" fikri etrafında toplandılar. Ortak düşünce "Anadol’a göç etmekti" Anadol, şimdi yaşadığımız bu toprakların tarihteki antik adıydı. "Anayurt, ana gibi bağrına basan" anlamları ile yüklüydü. Gerçekten Anadolu çağlar boyu birçok kavime vatanlık yapmıştı. O, bu adı hakediyordu.
Tarlalarını, evlerini ve bazı eşyalarını sattılar. Öküz veya at arabaları, önlerinde hayvan sürüleri ile Trakya üzerinden geldiler. Önceden satın alınan şimdiki yerlerine yerleştiler. Değişik bir yoldan gelenler de vardı.
Nasıfağa Dedemler -köyün kuruluşundan yedi yıl sonra (1902)- Şumnu’dan Varna’ya "ateş arabası" (tren) ile oradan da İstanbul’a "vapor" la gelmişlerdi. Sonra yine vapurla Karabiga’ya ve nihayet köye ulaşmışlardı. Altı manda, dört malak ve iki attan oluşan hayvanlarını ise tuttukları iki çoban iki ayda karadan getirmişti.
1895 (Rumi-1311) tarihinde kurulmaya başlayan Yeniçiftlik ancak sekiz-on yıl sonra ikiyüz haneye ulaşabilmiştir. İlk gelenler Lofçalılar olduğu için midir bilinmez (çünkü köy kütüğüne kaydedilen ilk 20 hane Lofça’lıdır) köyün adı Lofça-i Cedit (Yeni Lofça) diye anılmıştır. Nüfus kağıtlarına doğum yeri öyle yazılmıştır. 1925’ten (Rumi-1341) sonra da "Yeniçiftlik" adı kayda geçirilmiştir.
Onlar ortak Kal’e-i Sultaniye (Çanakkale) Sancağı, Biga Kazası, Lofça-i Cedit Köyü’nde yaşayan Osmanlı Devleti’nin tebaasıdırlar. II. Abdülhamit, daha sonra V. Mehmet (Reşat) ve son padişah VI. Mehmet (Vahdettin) dönemlerini köylerinde yaşadılar. 29 Ekim 1923’ten sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldular.
YENİÇİFTLİK’TE İLK YILLAR
Şimdi o yıllara yakın bir dönemde yaşamış olan merhum Zekeriye Akan’dan dinleyelim:
"Buraları ormanlık, altı metre, on metre ağaçlar. Kesiyorlar onları. Çatma samanlık üstüne gölden örtü biçiyorlar. Altına pırnal kesip üstüne yataklarını yayıp yatıyorlar. Altlarından su akıyor. Samanlık içinde kışı geçirmişler. Ondan sonra çapaya kuvvet."
"O zamanın insanları daha kuvvetli ve geniş yapılı, sağlam. Biz yetiştik, ihtiyarlar sanki çapadan çıkma. İnsanlar hep çapa kuvvetine iş yapmışlar. Tarlalıkta, köy içinde kuyular açmışlar, çeşmeler yapmışlar. Evler taşla yapılmış, yollar taş döşenmiş. Bunları hep onlar kazmış, çıkarmış, döşemiş. Tarlalar balta ila kazma ile açılmış. Allah rahmet eylesin, dedelerimiz, babalarımız bize hep buralarını hediye etmişler."
"Sularımızı içiyoruz, onların suyu. Tarlalarımızı açmışlar, onların bereketi. Böyle mülk nerede. Onlar yataklarını, feracelerini, gömleklerini kendileri dokumuşlar. Bizim evde rahmetli ninemin dokuduğu çerge (yaygı) yayılı. Görenler; "Rahime Abla’nın yaptıkları bunlar" diyorlar. Gözleri görmez olmuştu ama öleceği yıl yirmi çift çorap örmüştü."
"Hayvan çoktu, ekin tarlalara gene bugünkü gibi ekiliyordu. 40 paraya, 60 paraya buğday satardık. 150 keçisi, 150 koyunu olan haneler vardı. Rahmetli Pusatlı dedede bir sürü manda, bir sürü sığır... Koyun çok o zaman, kurt dolu etraf."
"Buraları orman be yav! o zaman. Çiftlik yanında tarlalar, evler, yel değirmeni ve bağlar. Kasabın kuyu yanı işlenir araziymiş. Sultançeşme yanı da öyle, kalanı orman. Çiftlik sahipleri işlermiş oraları."
"Çiftlikyeri’nde bir mezar vardı. Çiftlik kahyası Erzurumlu Mehmet Efendinin. Mezar taşında bir beyit:
Dağlar başı mekanımız,
Sahraya hacet kalmadı.
İçtim ecel şerbetini,
Lokmana hacet kalmadı.
Ne insanlar geçmiş buralardan, sonra da dedelerimiz."
"Kesersin bir koyun veya keçi, kavurma yaparsın. Et bol, peynir, ekşimik, sade yağ bol. Sucuk her evde. Evlerde katık bol. Tulumun içine sütle peyniri doldurursun, ona katık deriz. Ekmeğe el kadar yağ sürer anam; "haydi otur ye kızanım" derdi.
Pekmez çok, bağlıktan yeriz yeriz üzümleri, kalanını getirip pekmez yaparız. Harmanlar dövülürken sepetini alan bağına gider. Üzümler de üzüm ha... Herkesin yarım dönem bağı var o zaman. Şimdi orman oldu."
"Düğünlerde insanlardan develer yapılırdı. Bir kişi de develeri yeden eşek olurdu. O zaman davul, zurna yok, tümbek ve zilli maşa vardı. Düğünleri kadınlar, kızlar yaparlardı. Sıkı mı bir delikanlı girsin düğüne! Delikanlılar ayrı yerde, yok öyle yağma!
Düğün sahibi ve yakınları ellerinde avlu sövenleri (kalın sopalar) ile düğün alayı çevresinde nöbet tutarlardı. Sokul da göreyim. Bazıları ferace giyip kadın kılığında girmeye kalkar, güya kurnazlık yapacak. Farkedilirse yandı, yer bir araba odun!"
"Bizim zamanımızda bayramlarda kızlar bir tarafta, erkek çocuklar bir tarafta dizilirlerdi. Birbirlerini tanıyıp görürlerdi. Gizlice buluşulamazdı ama aracılar haber getirip götürürlerdi. Böyle aleni birlikte gezeceksin, nerde be yav!"
"Evlerde odalar vardı. Tümbekler, zilli maşalar odalarda dururdu. Diyelim ki bu akşam Hatiplerin odada toplanacağız. Ne yapalım, işte pilav, helva filan. Herşey birlikte yapılır. Kahvelere giremezsin, askerden gelmeyen genç kahveye giremez.
Odalarda muhabbet yapılır, getirilenler yenilir, türkü söylenir. İçki yok, ancak düğünlerde gizlice içilirdi. Biga’da o zaman meyhane dolu. Rumlar şarap yapıp satarlardı. Daha sonraları (1930’lu yıllar) düğünlerde serbestçe içki içilmeye başlandı."
"Bir zamanlar köyde kumar illeti vardı. Bizim kahveyi kapattım, buraya (Halkevi) geldim. O zaman Halkevi’ni Gargacı (Aliosman Durmaz) işletiyor. Birkaç kişi bir köşede oyuna tutuşmuşlar. Tam yılbaşı akşamı. Bana:
- Ver yirmibeş kuruş, sen de oyuna gir, dediler.
- Olmaz, dedim. Ama öbür taraftaki gruba sokuldum. O akşam iki buçuk liram gitti. Evlat acısı gibi koydu bana.
O gece uyuyamadım. Nasıl yapıp da geri alırım bu parayı diye düşünerek sabahı ettim. Ondan sonra başladık bu işe. Bir zaman devam etti bu kumar işi. Sonra yavaş yavaş bitti ama böyle tatsız olaylar da yaşandı bu köyde."
"Herkesin evinde fesleğenler, sümbüller, aslanağzı ve sardunyalar. Evler çiçek bahçesi gibiydi. Hanımlar bu konuda yarış yapardı sanki. Benim bahçem daha güzel olacak. Yeniçiftlikli’nin evi hep temizdir."
"Şimdiki gibi biber, domates, patlıcan, salatalık gibi sebzeler vardı. Biraz değişti şimdikiler. Salatalıklar vardı birisi bir okka (1180 gr) gelirdi."
"Evlenen çocuk ayrılmaz. Yok öğle yağma. Çocuk çalışır, gelir anasına babasına:
- Bugün Ahmet’e kök çıkardık. 5 kuruş yevmiye aldım, buyur parayı der. Çocuk harcasın, gelin pazara gitsin yok öyle şey. Birlik beraberlik var. Gelin-kaynana iyi geçinir, çıngar çıkarmazlar. Nereye ayrılacaklar, eşkiyalık var. Herkes korkar."
Yeniçiftlik Köyü’nün kuruluşunun üzerinden henüz yirmi yıl kadar geçmişti. Evlerini yapmaya, tarlalarını açmaya çalışıyorlardı ki bir savaşla karşı karşıya geldiler. Bu savaş sonunda, ülkelerinin ve kendilerinin kaderi değişecekti. Bulgaristan’dan çocuk ve hatta bebek gelen, Lofça-i Cedit (Yeniçiftlik) te doğan gençler de bu savaşa katılacaklardı.
1900’lu yıllardan 2000’li yıllara doğru akıp giden yüzyıl içinde onları süratli, değişken ve ilginç olaylar bekliyordu. Büyük bir değişim yaşadılar. Kaderlerini ülkemiz tarihiyle birlikte çizdiler.*
*( Bu bilgiler Kemal Gözler ve Necdet Zeki Gezer tarafindan yazilmis olan Yeniciftlik Beldesi kitaptan alinmistir. Daha genis bilgi icin: www.kemalgozler.com